Soren Kierkegaard 1813 de Kopenhag’da doğdu. Babası zengin bir Protestan tüccardı. Kopenhag üniversitesinde teoloji ve felsefe eğitimi ...
Soren Kierkegaard |
1813 de Kopenhag’da doğdu. Babası zengin bir Protestan tüccardı. Kopenhag üniversitesinde teoloji ve felsefe eğitimi gördü. Üniversite yıllarında sıkı Lutheryan dinsel pratiğini terk ederek, Kopenhag’ın sosyal çevresini oluşturan ünlü kafe ve tiyatrolarında görülen tanıdık bir figür oldu ise de 1838’de babasının ölümünü takiben teoloji çalışmalarına geri dönme lüzumu hissetti. 28 yaşında (1840) kendisinden 10 yaş küçük bir hanımla (Regine) evlenmek üzereydi. Ancak evlilik kurumunun, onun gibi içinde felsefi bir misyonun çağrısını taşıyan, karmaşık bir kişilikle bağdaşmadığı düşüncesine kapılarak nişandan ve evlenmekten vazgeçti. Kendisi için dönüm noktası olabilecek bu deneyiminden sık sık eserlerinde bahsetmiştir. Aynı dönemde Lutheryan bir papaz olmak istemediğini de fark eden Kierkegaard, babasından kalan miras sayesinde kendisini yalnızca felsefeye verme imkanı buldu. Böylelikle hayatının kalan 14 yılında yirmi kadar eser verebildi. Kierkegaard eserlerini ,pek çoğunu takma adlarla yazdığı denemeler, aforizmalar, meseller, hayali mektuplar, günlükler gibi edebi biçemlerde vermiştir.
Üniversitede okuduğu ve karşı çıktığı Hegel filozofisini eleştiren eseri “Concluding Unscientific Postscript” ilk eseridir bu eserin de Danimarkacadan çevirisi diğer pek çok Kierkegaard eseri gibi 1940’lı yıllarda yapılmıştır. Kierkegaard’ın, Hegel’in insanı ve tarihi akılcı biçimde açıklayan ve tüm felsefi soruları yanıtlayan “tekparça (monolitik)” tarzdaki felsefesine duyduğu tepki, kendi deyişiyle “existansiyel felsefesini” geliştirmesine olanak sağladı. İnsan tabiatının paradoksal ve belirlenemez niteliklerinin altını çizerek, en büyük gerçeğin Hegel felsefesinin ortaya koymaya çalıştığı gibi objektif bir gerçek olmadığını, gerçeğin subjektif olabileceğini ileri sürdü. İnsan varlığını mantıklı ve gerekirci nedenlerle izah etmeye çalışan monolitik felsefelerin insanın var oluşunu anlamaya karşı yanlış bir yaklaşım içinde olduğunu ve kendi varoluşuna ait sorumluluğu üzerine almaktan kaçınmasına yaradığını, aslında insanın kendi varlığını tam da belirsizlikler karşısında aldığı kararlar ve seçimlerle belirlediğini ileri sürdü
1843 de yayınlanan “Either/or” (ya/ya da)eserinde insanın üzerinde bulunmak üzere seçme şansı bulunan iki yaşam sahnesi olduğunu; bunlardan estetik yaşam sahnesi adı verdiği sahnede, insanların rafine edilmiş bir hedonistik yaklaşımla, varoluşun barındırdığı sıkıntı ve ümitsizlikten, çeşitlilik ve yenilik aramak suretiyle kaçmak isteğinde olduğunu ileri sürdü. Ancak bu tarz bir seçimde bulunan insanlar bir gün kaçınılmaz olarak sıkıntı ve ümitsizlik ile yüzleşmek zorunda kalıyorlardı. Etik olan yaşam (tarzı) seçiminde ise insanlar kayıtsız-şartsız ve tutkuyla dolu olarak, görevlerine,sosyal ve dini yükümlülüklere bağlı kalmayı seçiyorlardı.
1845 de yayınlanan “Stages on life’s ways” eserinde ise salt göreve bağlılığın kişisel sorumluluğu ihmal ettiğini görüp yeni bir yol öneriyordu. “Dinsel yolda” kişi Tanrının iradesine kayıtsız şartsız boyun eğiyor ve bu sayede “otantik bir özgürlüğe”kavuşuyordu.
1846 da “Fear and Trembling” (korku ve titreme) adlı eserinde Tanrı’nın Abraham’dan (İbrahim) oğlu İsaac’ı (İshak) kurban etmesini istediğinde, Abraham’ın içinde yaşadığı toplumun ahlaki normlarına hiçte uymayan bu emri, belki “korkarak ve titreyerek” ama imanı sayesinde sorgulamadan yerine getirmeye karar vermesini örnek gösteriyordu.
İnsanın aklını imanından keskin bir çizgiyle ayıran bu uçurum bir “iman sıçraması/leap of faith” ile aşılabilirdi ancak. Abraham örneğinde görülende bu olmuştu Kierkegaard’a göre. İnsan varoluşun boşluğunda yaşanan nihai keder ve ümitsizlikle karşı karşıya kalmak istemiyorsa aklını bir kenara koymalı (suspension of ethic) ve yalnızca içinde hissettiği imana dayanarak önünde uzanan paradoksal,mistik ve riskli dünyaya dalmalıydı.
“Concept of Dread” (1846) (korku kavramı) ile vardığı noktada insanı ümitsizliğe ve bunalıma yönlendiren gücün büyük bir korku, hiçbir şey olamama korkusu (fear of nothingness) olduğunu söylüyordu.
Kierkegaard ilerleyen yıllarda Hıristiyan inanışının özünde “otantik acı çekme” (suffering) olduğunu ileri sürerek,Protestan kilisesinin duruşundan uzaklaştı. Babasından kalan miras tükenmeye başladığında kendisinin editörü ve tek yazarı olduğu “The Present Age/Şimdiki devir” dergisini çıkarttı. Burada Danimarka kilisesini devasa bir makinaya benzetip ve ünlü rahiplerinden birisine riyakar diyerek saldırınca büyük bir skandal koptu. Kiliseyle arsında çıkan tartışmalar onun için hayli yıpratıcı oldu ve ekonomik durumu ile sağlığı giderek bozulan Kierkegaard 1855 de(42 yaşında) sokak ortasında birden düşerek bilinmeyen bir sebeple öldü.Hastahaneye kaldırıldığında son parasını “An” dergisini basması için yayınevine verdiğinden masrafları karşılayacak hali kalmamış, yaşam isteğini ise çoktan kaybetmişti.
Kierkegaard fiziken zayıf yapılı idi. Geçirdiği omurga hastalığı nedeniyle kambur sayılırdı ve yaşı kırklara vardığında erkenden çökmüş görüntüsüyle ruhunun birbirine uymadığı söylenebilirdi. Felsefesini “existantial” olarak nitelemesi, felsefesinin Hegel’den farklı olarak yekpare-monolitik bir felsefe sitemine entegre bireyleri değil,kendi yaşamlarını sorgulayan, kendi içsel deneyimlerine dayanarak yaşamlarını şekillendiren bireyleri söz konusu etmesidir.
Varoluşçuluk, Soren Kierkegaard