Krallığı her ne kadar küçük olsa da orada -en azından- kralın kendisi olduğunu düşünüyor Kış Uykusu’nun başkarakteri Aydın. Belki kurduğu y...
Krallığı her ne kadar küçük olsa da orada -en azından- kralın kendisi olduğunu düşünüyor Kış Uykusu’nun başkarakteri Aydın. Belki kurduğu ya da kurmaya çalıştığı sistem işlemiyor; belki tepesinde yer aldığı hiyerarşinin ilk basamaklarından son basamaklarına değin çatlaklar mevcut; ancak kontrol halen ve bir şekilde Aydın’da. Her daim yaptığı ve gelecekte de yapacağı yanlışları iktidarının ona sağladığı güçle örtebilir ya da başarısızlığının açtığı çukurları bu gücün toprağıyla kapatabilir. Dört duvarı arasında, büyük bir aidiyet geliştirdiği mülkiyetlerinde yıllanırken kendi dışındaki dünyayı görmezden gelebilir. Hatta gitmeye, uzaklaşmaya, yenilenmeye ihtiyacı olduğunda bile sahip olduklarından kopamayabilir.
Şehirden edindiği olanca bilgi birikimi ve ‘önemli biri olma’ sorumluluğu ile kendi varlığını ‘uzağa’ süpüren Aydın, aynı zamanda çok cazip teklifler gelmesine rağmen hiçbir zaman televizyon dizilerinde oynamadığını söyleyen eski bir tiyatro oyuncusu. Yirmi seneden fazla emek verdiği mesleğinden geriye afişler ve replikler kalmış. Kendini çok fazla ciddiye alıyor. Ciddiye alınma arzusu ruhuna işlemiş; belki de bu sebeple bir patron olarak sahip olmaktan çok hoşlandığı bir otelin başında duruyor. Sahip olduğu evin ödenmeyen kiralarına karşı kurduğu savunma mekanizmasının komutanı ise hakir gördüğü alt-sınıfın emekçilerinden biri. Zira Aydın, kendi sorunlarını çözmek için bile kendisinden aşağı bir seviyede gördüğü insanların rakımına inmek istemiyor. Marangozu olduğu tahtından başlayarak yeryüzüne doğru gitgide çetrefillenen, içinde yaşayanlar dışında kimsenin umurunda olmayan bir ‘krallığın’ muktediri Aydın. Bu krallığın sınırlarından bir adım dışarı yürümek konusunda ise korkak.
Kış Uykusu (Nuri Bilge Ceylan) |
Basit ama kullanışlı bir analojiden türemiş olan Aydın ismi ve cismi, kariyerinden geriye sadece yılların uzunluğu kalan bir tiyatro emekçisinden bir modern derebeyine dönüşen; mütemadiyen vicdan, ahlak, erdem ve benzeri ulvi kavramlardan bahseden ancak yüzleşmeye çekindiği bir durumla karşı karşıya kaldığında yelkenleri en önce suya indiren bir ‘aydın’ı anlatmak için biçilmiş kaftan. “Ben gençken köyümüzde elektrik yoktu” gibi ifadelerle geçmiş yoksulluğundan bahseden ancak şimdi aynı yoksullaştırma sisteminin küçük parçalarından biri haline gelen; kendini kurtarmış ancak neden kurtardığını unutmuş, bol ikilemli bir karakter… Nuri Bilge Ceylan bu kallavi ve gerçek karakteri o denli geniş bir perspektiften, öyle geniş bir tuvale çiziyor ki Aydın’ın ne zaman dürüst ne zaman yalancı olduğu hakkında en ufak bir fikir edinmek imkansız hale geliyor. Hatta bunu Aydın’ın da kestirebildiğinden şüphe duymak şart. Aydın’ı çevreleyen ve onun sınıfına mensup iki karakter hakkında da aynı şeyi söylemek mümkün. Kardeşi Necla, hayata kendi varlığından çıkıp bakmasını gerektirecek denli uzaklaşmış. Karısı Nihal ise kendi kısır döngüsünü yeni vicdan duraklarıyla kırmanın; yalnızlığını ötelemenin peşinde. Kış Uykusu, biraz da Aydın’ın kendi ‘aydın problemleri’nden uzaklaşıp yeni sorunlarla tanışmasının da hikayesi…
Kış Uykusu öyle bir film ki, karakterlerin birbirleri hakkında söyledikleri her şeye, birbirlerine getirdikleri her eleştiriye ve kişilerin bir etiket olarak bir diğerinin üzerine yapıştırdığı her suçlamaya inandırıyor. Yani, karakterlerin birbirleri hakkında söyledikleri her şey ‘doğru’ ve ‘dürüst’ tınlıyor. Öte yandan, karakterlerin kendileri hakkında kurdukları cümleler ise bir o kadar yanlış ve içten pazarlıklı sanki. Birbirleri hakkında acımasızca dürüst olabilen, bunu ‘gerçekçilik’ olarak adlandıran insanlarken mesele kendilerine dokunduğunda bu sefer dürüstlüğün yerini ihmalkarlığa bırakan kişilere dönüşüyorlar. Ceylan, aydın çevresinden pilot olarak belirlediği birkaç prototipin üzerinde bir mühendis gibi çalışıyor; onları bir güzel gerçekliyor; daha sonra da özeleştiriye uzak ancak eleştiri konusunda çok başarılı bu insanların birbirlerine saldırmasını ve birbirlerini yerle yeksan etmesini gözlemliyor. Yaşadığı her sorunu kendi dışında arayan birkaç insanın asla sonuçlandıramayacakları tartışmalara girmeleri elbette ki politik bir gönderme olarak da okunabilir. Neredeyse zenofobik bir damarı olan, etrafına karşı duyduğu düşmanlıktan beslenen ve bunu her fırsatta dile getiren Aydın ise karısı ve kardeşiyle paylaştığı kendi ‘küme’sinde en açık dövüşeni… Diğerleri ise her fırsatta sordukları “Neden buradayız?” sorusunu vicdan muhasebeleriyle karşı karşıya getiremeyen, daha doğrusu, henüz o aşamaya gelemeyenler. Aynı hamurdan yoğruldukları ancak kendilerini farklı biçimde figürleştirdikleri ve evrimsel bir sürecin içerisinde oldukları aşikar.
Sahip oldukları “Othello Hotel”de vuku bulan gergin “olmak ya da olmamak” mücadelesinde kendi sorunlarıyla meşgul olan elit sınıf, birkaç kilometre ötesinde olan bitenin dahi farkında değil aslında. Ancak bu büyük farkındalıksızlığa rağmen fikir yürütmeye ve çözüm bulmaya çabalıyorlar. Necla’nın ağzından dökülen “bilmediği konular hakkında ahkam kesen kişi” cümlesi aslında bu oteli adeta bir sığınak olarak kullanan ve kendini buraya ait olduğuna ikna etmeye çalışan her karakter için geçerli. İdeallerini tutturamayan, kariyerindeki vasatlığıyla en çok kendisine karşı büyük bir umut besleyen karısı ve kardeşini hayal kırıklığına uğratan Aydın’ın (bu noktada Uzak’ın Mahmut’unu da anabiliriz); boşanma sürecinin getirdiği ağır yükü taşıyamayan ve kendine dair verdiği tek karar lobiye inip inmemek olan Necla’nın ve adeta bir kuş gibi kafese kapatıldığını düşünen ve en azından bu kafesin içinde mutlu olmanın biçare yollarını arayan Nihal’in bundan başka çaresi yok aslında: Bilmedikleri, hatta, ilgilenmedikleri konulara müdahil olmak…
Kış Uykusu (Nuri Bilge Ceylan) |
Kış Uykusu’nun üç karakteri de bir açıdan ‘iyi insan olmak’ derdindeler. Ancak bu uğurda benliklerine hiç dokunmadan son derece vasıfsız yöntemler izlemenin yeterli olacağı kanaatindeler. Zira organik bir iyilik mefhumu, organik bir kötülük mefhumunun yoksunluğundan hallice. Kış Uykusu’nda da bu madalyonun iki yüzü, en çıplak haliyle karşımıza çıkıyor. Adına ‘insan doğası’ denilen ve bir türlü anlaşılamayan o karmaşık kavram tüm ‘güzelliğiyle’ ve ‘tüm çirkinliğiyle’, bir kez daha anlaşılamıyor. Ceylan’ın, filmin Cannes basın toplantısında dile getirdiği “İnsan hakkında, Mars hakkında bildiğimizden çok daha az şey biliyoruz” ifadesi, filmle beraber bütünleniyor.
Kış Uykusu’nu genel bağlamda acımasız ve kötümser olarak nitelendirmek, filmin katmanlarını nihai bir düzlemde bir araya getirmek yahut Aydın’ın, Necla’nın ya da Nihal’in kötü insanlar olduğundan bahsetmek kolaycılık olacaktır. Nuri Bilge Ceylan, belki de her tezin antitezini filmin bir yerlerine gizliyor ve büyük bir yap-boz olarak izlemesi değil, uzlaşması zor bir film ortaya çıkarıyor. Babadan oğula devredilen efendilik sisteminin, modernitenin asla çözemeyeceği aidiyet-sahiplik sarmalının ve suçu üstlenmektense devretmek niyetinde olan karakterlerin arasında bulanık daireler çiziyor. Karşılaştığı her düelloda kendini yeni bir hammadde ve tasarımla maskeleyen yerli aydın konformizminin doktrinini portreliyor.
Baştan sona edebi bir duyguyla hemhal olan ve kuvvetini en çok buradan alan Kış Uykusu’nda kariyerinin ilk filminden bu güne değin aynı/benzer meseleleri deştikçe deşen (filmde bu konuyla ilgili olan diyaloğa dikkat) Nuri Bilge Ceylan bu sefer olduğu yere dahi ‘uzak’ insanların hikayesizliğini anlatıyor. Hikayesizlik; çünkü belli ki aynı insanların hayatından rastgele seçilecek bambaşka bir kesitte de aynı şeyler yaşanıyor. Aynı başlangıçsızlık, aynı sonuçsuzluk ve ikisinin arasındaki muhteşem karmaşa bütün hayata hükmediyor.
Kış Uykusu (Nuri Bilge Ceylan) |
“Bir Zamanlar Anadolu’da”nın minimalist ama görkemli sahnelerinin yerinde bu kez sakin, karanlık ancak çok iyi tasarlanmış diyalog sekansları var. Nuri Bilge Ceylan, diyalog metinlerinin ihtiva ettiği süreğen gerilimi kamerasının sakin atılganlığı aracılığıyla ikiye katlıyor. Özellikle Aydın ve Necla karakterleri arasındaki uzun tartışma sahnesi her daim anımsanacak gibi. Bu bağlamda teatral ve büyük replikleri muazzam bir sakinlikle ağızlarına oturtmayı başaran oyuncuların hepsinin –Haluk Bilginer’in üstün performansı başta olmak üzere- çok iyi olduğunu da belirtmek gerekiyor. İşin teknik tarafındaki –Ceylan etkisi sebebiyle oyunculuğu da buna katabiliriz- büyük başarı zaten yeni bir haber olmasa gerek.
Sanıyoruz ki, Kış Uykusu’nun insan doğası üzerine yapılmış ve çok büyük yönetmenlerin ya da çok büyük yazarların külliyatlarının ötesinde benzeri pek bulunmayan bir epik-metin olduğunu söylemekte sakınca yok. Belki de duygusal davranmayı umursamadan ve sıkıcı toprakdaşlık bağlamının ötesine geçerek Ceylan’ı yaşayan en büyük yönetmenlerden biri ilan etmenin vakti gelmiştir.
Kaan Karsan